Askerlik Anılarım (Genel Eleştiri)
Asker de en dikkatimi çeken, bizi çok soğuk bum-buz kar yağan bir hava da bekletip, "üşüdüm komutanım" diyene, "Asker üşümez!" demeleridir.
Hasta halimle Usta birliğinde nöbet tuttuğumu hatırlarım, Haluk komutan vardı, hasta olduğumu bile bile (baya kötü hastaydım, halsizlik, ateş, yemek bile yiyemiyordum) ona rağmen koskoca odanın temizliğini bana vermişti. Ben de uzman çavuşları yardıma çağırıp beraber yapmıştık. Enayi değiliz.
Hasta askerlere acımaları yok, neymiş lügatların da "hasta olmak" diye bir şey yokmuş. Askeri de "hasta olmayacaksın", "hasta olmak yok biz de, öyle bir kelime bile yok" diyorlar. Sanki biz bile isteye hasta oluyoruz.
Kendi istediklerini, istedikleri yere getiriyorlar. Öyle ki Acemi ve Usta birliğinde de öyleydi. Başımızda ki Bölük Komutanı (Üsteğmen) hastaneye gidilmesine kızıyor, "ben bile bu yaşa geldim hastaneye iki-üç kere gittim"(yaşı 30lu yaşlar olmalı) diyerek, hastaneye gitmeyi eleştiriyor ve askerler üzerinde baskı kuruyordu.
Hastaneye gidilmesini istemiyordu, fakat şöyle bir sorun daha vardı: Kıştan, yaza geçmiştik. Yazlık gömlekler giydik ve parke giyilmesi, kış konsepti yüzünden zaten yasaklandı. Fakat şöyle bir sorun vardı: Nisan, Mayıs, Haziran, belki öğlenleri sıcak olabilir ama, sabah, akşam, gece soğuktu. Öyle ki elektirikli ısıtıcıları da söktükleri için, gece donarak nöbet tutuyorduk, mayıs aylarında.
Ayrıca Sabah içtimasında, yağmur yağdığı, soğuk olduğu halde; yarım kollu çıkardıkları için askerlerin çoğu hasta olmuştu. Üsteğmen'e hiç bir Uzman ve ya Astsubay karşı gelemezken, V. Kademeli Uzman J. Sedat komutan parke giymemizi sağlamıştı ancak bu her zaman olmayacaktı. Çünkü Nöbetçi Astsubay o değilken diğer komutanlar kesinlikle askeri umursamıyordu.
Hem bizi o soğuk ve yağmurun altında, parke giymemizi engelliyorlar, giyeni; azarlayıp, askerliğini uzatmakla tehdit ediyorlardı. Hemde hasta olunca da, hasta olamazsınız deyip, hastalara sanki suçluymuş gibi davranıyorlardı.
Durum tamamen böyleydi. "Asker üşümez!", "Asker hasta olmaz!" dillerine doladıkları şeylerdi. En azından bu felsefeye göre hareket ediyorlardı.
Öyle ki mantar kaptığın da ayağım yine aynı şeyler meydana geldi. Mantarlı ayaklar ile bizi nöbette gönderiyorlardı, kuleden düşecek hale geldiğimde ise "yürüyemiyorsa, sürüne sürüne gitsin kuleye" diyorlardı. Bu benim için geçerli bir şey değil, fakat kendi yaşadıklarımı anlatıyorum. Fakat haksızlığa ve zulme uğramış pek çok arkadaşım mevcuttur.
Bu komutanlar çok bilmişler ki, doktoru takmıyorlar, bana: Tırnağını kes diyorlardı, fakat böyle bir şey söz konusu olamazdı. Doktor kesme demişti.. Diğer padişah komutanımız ise: ayağını bota sok diyordu, fazla hava almak iyi değilmiş, sayın doktor padişah uzman jandarma komutanımız. Öyle olacak ki doktorlar zaten her şeyi anlatmış ve bilgilendirmişlerdi.
Öyle ki askerlerle dalga geçiyorlardı. Sex şakaları yapıyorlar, özel hayatları ile dalga geçiyorlar. Küfür ve argo, hakaret dilini kullanmayı hiç eksik etmiyorlardı. Küfür kadar da "Askerliğinizi uzatırım" lafını da özlü söz gibi hiç ağızlarından eksik etmiyorlardı. Buna Taner adlı Uzman örnek gösterilebilir, herkesle dalga geçip annelerine küfür ediyordu. Bana da etti. (Sonra şikayet ettim diye, özür diledi ve yalvarışa geçti. Hiç bir şey karşılıksız kalmaz biz de ;) )
Ellerin de olsa, "Askerliğiniz Uzadı" diye anıt yaparlar.
Oysa askerliği yeni çıkmış kişiler orada ne umutlarla gidiyorlardı. Aslında askerlikte yaptığımız, komutanlardan hakaret, küfür yemek ve onların egolarını tatmin etmekten başka bir şey değildi. Vatanı savunduk evet, kuleler de mahkum kaçmasın diye her gün 8 saat nöbet tuttuk. Fakat bundan başka vatan için bir şey yaptık mı? Hayır. Askeri hayatları hariç bir şey olamamış kişilerin egosunu tatmin ettik, sinirlerine maruz kaldık. Oysa onların her gün bize anlattıkları dinin kitabında, "kibirlenmek" yasaklanmıştır, cennete giremez kibirlenenler:
"Kuşkusuz Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve yalnız O'na secde ederler." A’râf / 206
"Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara: Aşağılık maymunlar olun! dedik." A’râf / 166
"Kibirlendiler ve günahkar bir toplum oldular." Yûnus / 75
"O halde, içinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne kötüdür!" Nahl / 29, Mü’min / 76
"Kibirlenenlerin yeri ne kötü! denilir." Zümer / 72
"Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennemde değil midir?" Zümer / 60
Cehenneme gidecekler, Allahları söylüyor..
Öyle ki kule de nöbet tutarken, tuvaletimiz geldiğin de gidemiyorduk. Yasaktı. Fakat kuleye tuvaletini yapanlara da ceza vermekten geri kaçınılmazdı. Yani bir de: "Siz gençsiniz, tutun, nolacak" diyorlardı, resmen insan-dışı muammale değil de nedir bu? Yani "asker sıçmaz, işemez!" demekti bu.
Kendilerine yalakalık yapan askerleri de çok severler. Onları el üstünde tutup, koruyup, iyi işlere vermekten de kaçınmazlar.
Kendi kafaların da bir Asker profili oluşturmuşlar, fakat bu asker, insan değil. Hayvan bile değil. Hayvan bile dayanamaz.
Ramazan ayıydı.. Aşı olunacaktı. Fakat Diyanet fetvasından farklı fetvalar veriyorlardı, komutanlar.. Tabur komutanı (Yarbay) ayrı fetva, Bölük Komutanı (Üsteğmen) ayrı fetva veriyordu, sanırsam diğer bölükte ki komutanlarda aynıydı.
Durmadan dinden-imandan, bahsedip duruyorlardı. Her gün islamdan bahsediyorlardı. İçtima da olsun, normal otururken olsun, nöbete giderken olsun.
İlk gittiğimde acemideyken, hatırlarım da "Hristiyan, Yahudi, İnançsız var mı" demişlerdi.. Ne yazık ki kimse çıkıp bir şey diyemedi.
Öyle ki Burakhan diye bir çocuk "Hep namaz mı kılıyorsunuz" demiş ve neredeyse Müslüman olan çocuk dinsizlikle suçlanmıştı. S. Adlı kişi de bunun üzerine, kendisi inançsız biriydi: "Demek ki ben konuşsam, tutanak tutar" diyerek noktayı koymuş, gerçekle karışık şakasını dile getirmişti.
Yok "abdestti biliyor musunuz" vs gibi tür lafları da vardır, hatta çok şey vardır. Kimse bilmek zorunda değil. Bizim devletimizin resmi dini değil İslam, istediğimiz gibi inanç ederiz.
Fakat komutanlar, askerleri kendi mallarıymış gibi görüyorlar ve askere küfür, hakaret, dalga geçme hakkı da buradan geldiğine inanıyorlardı.
Bizi Bölük Komutanı olan Üsteğmen, hakkında bir şey yazılmaması, gmailden vs herhangi bir yerden bölük hakkında bir şey yazılmamasını söylemiş ve tehdit etmişti. Eğer yazılırsa, onu dava ederim, tazminat alırım demişti.
Aşı olmayanlara karşı tavırlardan söz edeyim..
Takım komutanları askerlere "aşı olmazsanız, gözümden düşersiniz" diyorlardı.
Öyle ki aşı olmak istemeyen kişilere, nazik dille önce anlattıktan ve başaramadıktan sonra ikinci fasıl ise yine aynıydı. Bu safer bir çocuk "ortaokul" mezunu diye aşağılanmış "kimse aşının kötü olduğunu bilmiyor, ortaokul mezunu sen mi biliyorsun" denilerek hakaretin boyutu aşılıyordu.
Sonra sert dili arttırdılar.
Aşı olmayanlar Albay tarafından çağrıldı. Özgürlüktü hani aşı olup/olmamak?
Öyle ki "Asker'de Teröristlerle Mücadelem" yazım da komutanların PKK yancılarını nasıl tuttuğunu anlattım. Sırf doğulu diye, en iyi yerleri onlara veriliyorlardı. Ne demişler "Ezilmişlik Edebiyatı her derde deva" Kürtler istedikleri gibi dillerini konuşuyorlar, biz onların ne dediklerini anlamıyorduk. Bu PKK sevicileri yakında, iyi görevlere geleceklerdi. Hem de şikayetlere rağmen. Bir sözü hatırlatıyım, Şark Cephesi Kumandanı, Kazım Karabekir, Kürt Meselesi kitabında şöyle diyordu ya: "Kürtleri askere almak demek, düşmanlarımıza, propagandalarınızı daha kolay yapın, demektir." (s. 47.)
Koronalı, Uyuz kapmış, hasta olanları bile kuleye çıkarıyorlardı. Hasta olanlara "mahsus hasta oluyorsunuz" deniliyordu.
Artislik yapanları iyi tutarlardı. Kavga da bile tuttukları taraflar belli. Kavga da kavgayı çıkaran, suçlu gözükmezdi. Onlar için büyük balık, küçük balığı yermiş.
Yemekten tırtıl çıkmasına rağmen, yemeği verin diyen aşçımız ve Dinli-imanlı Kd. Astsubay Başçavuşumuz vardı.
Askerlerin gözü önünde Uzman Erbaşlar, dışarıdan getirdikleri yemekleri yerken, canı çeken askerler vardı. Ama biz dışarıdan yemek söyleyemezdik. Yasaktı. Söylersek askerliğimiz uzardı.
Komutanların en çok sevdiği özlü sözler:
"Askerliğinizi uzatırız", "Askerliğiniz uzadı", "Askerliğin Uzar"
O kadar şey var ki, anlatılacak..
Bazen insanları nefret ettiriyorlar. Fakat bu eleştirim, Sincan Cezaevi, 2.Sevk ile 2. Koruma'ya olan eleştiridir. Diğer yerlerde de böyle şeyler olduğu kanaatindeyim.
Tüm askerlerini aşağılayan komutanlara ithaf ediyorum.
***
Yemekler..
Yemekler, konusu bile bir tuhaf. Çünkü adlarını söyledikleri yemeklerle, getirdikleri yemekler aynı değildi. Bir gün dalyan köfte diye yuvarlak bir şey getirip, yarın aynı tatta yuvarlak şekilli yemeği başka bir adla getiriyorlar.
Bazen yemeklerin içeriği değişiyor. Ve ya eksik malzeme kullanıyorlar. Mesela en dikkatimi çekenler:
Makarna ve Türlü yemeği idi. Makarnayı sanki deterjan ile yıkamışlar gibi bembeyaz ve bumbuz. (Ufuk çavuşla konuşurken yaptığımız konuşmada o da "makarna deterjan ile mi yıkamışlar" diyordu.)
Türlü yemeği ise her gün içeriği farklı geliyordu. Bir gün patlıcan yoktu, bir gün patates, bir gün kabak vs..
Yemekler tamamen yağlı yemekler idi. Öyle ki et tadı, ya yoktu, ya varsa kokuyordu.
Salatalar çürük geliyordu. Yağlı..
Çorbalar genellikle tercih edilmezdi. Genel de atılırdı. Hangi asker: Düğün çorbası içsin ki?
Tatlılar desen, gelen tatlılar mevcudumuza göre 2 ve ya 3 tepsi gelmekteydi. Fakat tatlılar yenmiyordu zaten, puding şeklinde tatlılar hemen bitmesine rağmen, diğer tatlılar yenmiyor ve tüm tepsilerde ki tatlılar çöpe gidiyordu.
Zaten şöyleydi menü normalde: Ana yemek, ara yemek, çorba, tatlı. Ve meyve geliyordu. Meyve gelmesine bir şey diyemem gayet normal şekil de geliyordu. Fakat bir gün kurtlu erik yollamışlar bunu da buraya kaydediyim. Onun haricinde, muz, kayısı, portakal, çilek, karpuz, kivi vs. geliyordu.
Arada çerez yolladılar ambalaj da aynı şekil de fıstıklı sucuk yolladılar, Kek yolluyorlar. Fasulye, nohut yanında: Ayran ve Turşu göndermeyi ihmal etmiyorlar genel de, ufak-tefek aksaklıklar olsa da.
Sabah yemeklerin de, normal de zaten: zeytin ve peynir geliyor. Onun haricinde, peynirin yerine kaşar peynir geliyor.
Fakat yumurtalar bazen kötü çıkabiliyor. Ve sucukta geliyor. Normal ekmeğe sürmeye yağ da mevcutlar arasında: arada sırada çokonat, krem peynir, bal, reçel, de geliyor. Fakat her zaman gelen şeyler değil. Fakat Tereyağ ve reçel her zaman olan şeylerden. Onun haricinde sabah, çay veriyorlar. Bardak az olduğu için, az kişi içebiliyor. Çayı yemekhaneciler demliyor. Arada süt geliyor. Süt gelince, çay verilmiyor.
Onun haricinde ekmek sıkıntısı olmaz. Ayrıca Ramazan da kişi başına bir pidenin 4/1'i düşüyor. Ayrıca yemekler dışarıdan geliyor, genel bir merkez var orada yemekler yapılıyor. Genel de o yemeklerden komutanlar yemezler ve yeseler bile askerin yediği tabaktan yemez, plastik tabaktan yemek yerler. Çünkü asker onlara göre mikroptur.
- Burak Yabgu (4 Kasım 2021)
Yorumlar
Yorum Gönder